12 Kasım 2009 Perşembe

Derin Hacc Rehberi - Senai Demirci

Derin Hacc Rehberi
Senai Demirci

Niyet
Gidiyorsun.. Bir ömür boyu bu yolculuğu beklemiştin. Belki kalbini gidenlerle birlikte oralara gönderdin, belki ruhunla hayalen tavaflar ettin. Şimdi ayaklarınla basa basa yola düştün işte. Belki daha önce uzun yolculuklara çıkmıştın, belki daha önce de hacca gitmiştin. Bilmelisin ki, hac yolculuğu diğer yolculuklarından farklıdır ve ayrı bir yöndedir. Şimdi her gün beş vakit yöneldiğin kıblene doğru yöneldin. Şimdi çokluktan birliğe uçuyorsun. Şimdi kendini keşfe gidiyorsun. Vardığın yerde kendini yeniden tanıyacak ve tanımlayacaksın. Daha önce hacca gitmiş olsan da, yine, yeniden yeni heyecanlar yüklenmelisin. Her hac yegânedir, bir tanedir değil mi? Kaç kez gidersen git, hacı olma heyecanı hep tazedir ve hep ilk kez hacı olmanın heyecanını taşıyor olmalısın. Yoksa tekrar gitme ihtiyacını niye hissediyor olasın ki? Hem sonra bu ilk haccın olmayabilir ama ya son haccınsa...

Yol
Şimdi yolcusun. Yolculuk hâli, yaşadığımız hayata daha çok yakın ve yakışır bir haldir. Hazır sırası gelmişken, hayatını ve çevreni bir de yolcu edasıyla seyretmeyi dene. Ayaklarının altından dünya toprağı kayıyor mesela. Alışık olduklarından uzaklaşıyorsun, O'na yakın olmak adına. Ölüm de böyledir ya! Uçarı bir kelebek heyecanını yüklenip, gördüğün herşeye eğreti bakışlar atıyorsun. Herşey sapından kopuyor, kökünden ayrılıyor, kabuğundan sıyrılıyor; günışığı eşyadan renklerini çekiyor. Sokaklar ve duvarlar incelip eriyor. Dünya toprağına sıkı sıkıya basmış ayakların tatlı bir rüzgâra karışıyor.

İhram
Yolcu dediğin dengini yeğni tutmalı. Dünya adına omuzladığın ne varsa at, kalbine yük ettiğin ne kadar dünyalık varsa geriye bırak. Zaten, birazdan giyeceğin ihram fazladan ağırlıklarını omuzundan atmanı gerektiriyor. Beyaz bir bez içinde yalın ve yalnız bir yolcu edâsı giymişken, kendini de iptilalardan koparmalısın, yeniden yazmalısın kalbini. İhramı giymek için yalnız elbiselerini çıkarman yetmiyor. Küllî bir soyunuşu gerektiriyor ihramlanmak. Şimdiye kadar kendi kıymetinin ölçüleri bildiğin herşey, mevki, makam, milliyet, kavim, soy, sınıf meslekten yana ne varsa, hepsi ihramın beyaz yüzüne çarpıp eriyecek. Herkesten uzakta, tek başına sadece Rabbine kul olduğunu artık daha rahat görebilirsin. Seni kıymetlendirecek tek şey, Rabbine kulluğun, yalnız ve yalnız O'na kul olmaklığındır. Renksiz, desensiz, rozetsiz ve bayraksız ihramın yalnız Rabbine nisbet ediyor seni. Beyazlara büründükçe heva ve hevesin kökleri dünya toprağından çekiliyor. İhramın içinde emredemeyen, tek bir kıl bile koparamayan, helâl zevklerini dahi tadamayan teslim olmuş bir insansın artık.

Yöneliş
Gel gör ki, insan kolayca kabullenemiyor gidişini. Ayağın çıplak, başın açık ağırlığını unutmuş bir su damlası uçarılığında dünyanı ve dünya adına sevişlerini terk etmek için bu yola girdin. Bak, herkesle ve herşeyle olan bağların çözülmek üzere. Habire eğirip durduğun hayat yumağı dağılıverdi.
İncecik ve keskin bir yolculuk niyeti herşeyi ve herkesi arkada bırakmalı. O niyet ki, kalbimize düşer düşmez yaşadığımız mekânı solgun bir güle dönüştürür. Etraftaki herşey birden eğretileşir, âdeta arzın çekim alanından sıyrılır, uçuşmaya başlar. Mekânla olan bağların zayıflar, müphemleşir. Mekâna bağlılığın çözüldükçe, zamanın da senin üzerindeki hükmü ağırlaşır, bir mahpus edâsıyla fenanın hükmünü boynuna dolanmış bulursun. Yarına randevu verememek bulunduğun ânın daracık duvarlarını göğsüne bitiştiriverir. Zamanın paslı kılıcı değer yüreğine, ölümün soğuk nefesi yüzünü yalar geçer. Sen gidiyorsun, sen gidicisin; dönüyorsun, dönücüsün.

Yakınlık heyecanı
Evet, Kâbeye gidiyorsun. Hayat kırıntılarımızın göllendiği yere doğru gidiyorsun. Kulluğunun keskin sıratlarda sınanacağı yere uçuyorsun. Böylece "hesap günü" ile aynı yöne düşüyor Kâbe'nin yöresi. Hergün beş vakit döndüğün yere dönüyorsun. Öteden beri yönelegeldiği yöreye dönmek, bir geri dönüşü içerdiği için, insan bu yolculukta uzaklaşma değil, bir yakınlaşma duygusu yaşamalı. Gurbet değil, sıla kokmalı alnına değen rüzgârda.

Uzaklık korkusu
Ama, hayır! Kâbe'ye yönelmek dehşetli bir uzaklık
korkusunu da haber veriyor gibi. Mesele Kâbe'nin bulunduğumuz yere uzaklığı değil, bizim ubudiyet hâline uzaklığımızdır. Bu yolculuk, bu yöneliş o başdöndürücü uçurumu gün yüzüne çıkarıyor şimdi. Yüzünü herhangi bir duvara çevirir gibi kolayca ve üstünkörü kıbleye yönelişlerini hatırla. "Döndüm kıbleye" demek, O'ndan başka herşeyden, O'ndan haber vermeyen herşeyden yüzçevirmeyi gerektirmiyor muydu? Ne gam Kâbe çok uzaklarda olsa! Lâkin Rabbimize uzaklık kıble Kâbe'nin hakikatine sonsuz ırak eyliyor bizi. Kâbenin eteğine varsan da bu uzaklık erimeyebiliyor, arada uçurumlara baş gösteriyor. Bu uzaklık, bu uçurum baş döndürüyor, kalbi ürpertiyor! Nereye gitsen ayağını bu uçurumun kenarından uzak edemiyorsun.
Dilerim, Rabbim seni de beni de Kendine yakın eyler! Kâbe'ye yakınlaşma isteğin de bu duâdan başkası değil.

Terkediş
Aslında, hacca ister var, ister varma, Kâbe'den pek uzak düşmediğimizi de söylemem gerekiyor. Her gün beş vakit Kâbe'ye dönüp, Rabbimize ubudiyet sözü veriyor değil miyiz? Bu da bir Kâbe yolculuğudur aslında. Mesafeler kat edilmiyor bu yolculukta. Tek bir niyet menzile eriştiriyor bizi: kul olma niyeti. İşte bu niyettir ki, en bitmez mesafelerden daha uzak, en sarp dağların kestiği yollardan daha dolambaçlı, belki çöllerle ve dağlarla ölçülemeyecek bir yolun yolcusu eyler bizi. Kul olmaya niyet, en küllî terkedişleri içeren bir uzun ve keskin seferdir.

Varış
O'na, yalnız O'na dönmek nelerden koparmıyor ki bizi? Kıbleye dönmek, O'nun delillerini gösterenlerden başka herşeye yüzçevirmektir. Peki, O'nu göstermeyen bir şey var mı ki şu kâinat yüzünde? Herşey hâl diliyle O'nu zikrederken, her zerre O'na tesbihfeşân iken, yüz çevireceğimiz ne kalır geriye? Hangi şey var ki O'ndan söz açmıyor bize? Hayır, O'nu göstermeyen bir şey yoktur. Olsa olsa O'nu gösterenleri görmeyen biri vardır. O'na yönelmek ise, herşeye O'nu görme niyetiyle bakmak demektir.

Ne ki, kendisini kendi başına buyruk bilen insan, eşyayı da kendi başına buyruk bilir. Eşyayı başkasını gösteren âyineler olmaktan çıkarır. Bu kör niyetle, kâinat dolusu aynalar kırılır; semâlar boyu güneşler ebediyen batırılır. İnsanın bakışı bir karadelik gibi, kâinattan nefsine gelen nurlu haberleri soğurup, herşeyi bir derin karanlığa itiverir. İşte O'nu göstermeyen tek şey, tek karanlık nokta, nefsimize takılmış enaniyetimizdir. Şu halde, Kâbe'ye yöneliş, O'nu göstermeyen ve başka herşeyin âyinesini paslandıran tek kara noktayı, yâni enaniyetimizi arkamıza atmayı gerektiriyor. Ve ancak kabını terkeden Kâbe'ye varır. Önünde o kara noktayı, yâni Kâbe'yi bulduğunda, arkanda mutlaka karanlık bir nokta, yani benliğin kalacak. Kabından çıktığın an Kâbeni bulacaksın.

Tavaf
Kâbeye varmak da, kıbleye dönmek de, ben-merkezimizin yörüngesinden çıkıp, Rabbimizin marziyatı dairesinde bir tavafa girmeyi gerektiyor. Tavaf odur ki, kendi başınalığını terkedesin, kendi heva ve hevesinin etrafında pervâne olmaktan vazgeçesin. Öbür türlü, Kâbe'ye varmak da, Kâbe'yi dolanmak da kolaydır. Kâbe'ye varmak benliği aşıp kulluğa ermeyi, çokluğu yırtıp birliğe erişmeyi bulmaktır. Yolculuğun şimdi ülkeni terketmekle başlıyor, Kâbe'ye vardığında ise kendini terkedeceksin. Kara bir çiçeğin yakasında ak bir toz olup uçuşacaksın. Ve yol hiç bitmeyecek.

Sa'y
Şimdi Safa—Merve arasında yedi kez koşuyorsun. Kimden kaçıyorsun? Kime koşuyorsun? O'ndan kaçıyor ama yine O'na koşuyorsun. O'nun kahrından kaçıp yine O'nun lûtfuna koşuyorsun aslında. O'nun bu halimizle bizi ancak ateşe lâyık gören adaletinden, O'nun lâyık olmadığımız halde cenneti ihsan eden fazlına koşmalı, sığınmalıyız.

Arafat
Şimdi herkesin akın akın gelip etrafında göllendiği Kâbe'den ayrılış vakti. Ve aslında Kâbe dahi vuslata yetmiyormuş... Tavafta O'na teslimiyetin kıyısına kadar varmışken, sa'yde O'ndan O'na koşma hürriyetinin zirvesine ermişken, kendin, kendi ikiliğini keşfettin. Teslim olan yanını, hür kalan yanını bildin. Şimdi Onu tanıma sırası. Arefe O'nu bilme zamanı, Arafat O'nunla bilişme, muarefe etme mekânıdır. Cennetten yana arzusunu soranlara Rabia "Bana ev değil komşu lazım" demişti. Şimdiye dek 'ev' etrafında dönüp durduğun yeter, artık 'komşu'yu tanıma zamanı. "Kâbe'den ayrıl; şimdi Bana Kâbe'den daha yakınsın!" diye fısıldanıyor kalbine. "Ve varış Allah'adır" de. (Bak. Nûr 42 ve Fatır 18). Kâbe'yi terket, Kâbe'yi kutsal eyleyene yanaş! Mekke'ye sırtını dön, Mekke'yi mübarek kılanla yüzleş. Ve anla ki, "Onun vechinden başka herşey helâk olucudur." (Bak. Kasas 88). Kâbe de, Mekke de ve sen de O'nun vechine dönük olduğunuz sürece helâketten ve hiçlikten kurtulabilirsiniz. Öyleyse Arafat'a koş. "Allah'a kaç!"

Meş'ar
Gurub vaktine doğru, güneş Arafat'tan kaybolurken, sen de benliğinin yalancı aydınlığını kalbinin karasında yitirmeye çalış. Beyazlara bürülü bedenini yanına alıp, "Arafat'tan boşanan" kullara karış... Meş'ar'e doğru "ak!". Kendini unutup, yalnızca "Allah'ı hatırla!" "O nasıl seni hiçlik derelerinde unutmayıp varlık düzüne çıkardıysa, nasıl seni dalalet karanlığından hidayet nuruna yönelttiyse, sen de O'nu öylece hatırla. Sen bundan önce unutulmuş da olabilir, dalalette de kalabilirdin." (Bak. Bakara 198).

Meş'ar'e (Müzdelife'ye) karanlık düştüğünde varıyorsun, gece boyu bekliyorsun. Arafat'ta da gündüz boyu kalmıştın. Arafat'taki muarefe yani tanışma ve bilişme ne kadar gündüzü ve aydınlığı gerektiriyorsa, Meş'ar'deki şuurlanma da o kadar geceyi ve karanlığı istiyor. Gece boyu yalnız ve yalın kalıyorsun. Nazarını afaktan ve dışarıdan çekmeni, gözünü enfüse ve içeri çevirmeni kolaylaştırıyor gece. Göğün güneşi eksik ama yıldızlar ve ay karanlığı yırtarak uzanıyor sana. Öylece yüzünü arzdan semâya çeviriyorsun. Ama henüz sınav bitmiş değil. Yüzün semâda, gözün kalbinde iken, elini yere ve toprağa daldırıyorsun. Meş'ar toprağından çakıl taşları toplayacaksın. İllâ da kendi ellerinle! Tıpkı "kimsenin kimseye faydasının dokunmadığı o gün"de olduğu gibi. Ardından kefen misali beyaz ihramınla, kara toprağa benzeyen gecenin koynuna uzanıyorsun.

Mina
Ve haşir sabahı... Yeniden diriliş... Günün ilk ışıklarının dürtmesiyle kendi yalnızlığından diriliyor, mahşerin kalabalığına karışıyorsun. Meş'ar'in içe doğru yolculuğu dışarıya doğru vuruyor. Meş'ar gecesinin zahidleri şimdi Mina gündüzünün mücahidi olmaya hazırlanıyor. Meş'ar ile Mina arasındaki görünmez duvarı sadece "geceyi gündüze kalbeden", "güneşi döndüren", "ayın ardı sıra güneşi getiren" yıkabiliyor. Günışığı tenine değmedikçe, sınırından taşmak üzere olan o eşsiz kalabalıktan kimse o hayalî çizgiyi aşmaya, Meş'ar'den ayrılmaya cesaret edemiyor. Gece boyu hayalî çizgiye varıp varıp, geri püsküren o büyük kalabalık yalnız ve yalnız Allah'a itaat etmenin o eşsiz özgürlüğünü yankılandırıyor. Sen de tıpkı çölün kumları arasından kopardığın taşlar gibi, arzın seni bağlayan zincirlerini kırmalısın. Ve ilk gün ışığının dokunmasıyla geliyor emir... Gelen bayram sabahıdır artık. Yorgun yüzlerde gezinen, çökmüş omuzlara inen bayram güneşinin sıcak dokunuşudur. Görüyorsun ya, güneş de haccediyor. Arafat'ta doğup bekliyor, Meş'arden geçiyor ve senin önün sıra Mina'ya giriyor. Şimdi Mina'ya girdin ve 'emn'e vardın! Sınavı kazandığından emin olabilirsin. Şeytan taşlama imtiyazını nerden elde ettin sanıyorsun?

Şeytan taşlama
Elinle attığını taş sanma. Atmadan önce o taşları nasıl topladığını hatırla. Yüzünü arza dönerek, elini kirleterek seçip aldın hepsini. Şimdi avucundaki o minik şeyler, semâdan ve vahiyden yüz çevirip gafil olmakla kazandığın cehalet ve iradene dayanıp işlediğin şerlerdir. Taşları şeytana fırlatırken sendeki cehaleti, gafleti, şerri ve günahı da şeytana savur. Cehaleti ve gafleti kendinden uzaklaştır, şerri elinden taşlar gibi savur ki, O'na kurbiyetin yani yakınlığın artsın, kurbanın O'na yakınlık vesilesi olsun.

Ve kurban ve bayram
İhram içinde bir kılına bile dokunamazken, bir otu bile koparamazken, şimdi bir canlıyı boğazlaman emrediliyor. Ne yaman çelişki değil mi? Demek ki, ne yaparsan yap, O'nun emriyle yaparsan ancak hayır oluyor. O'nun emrine kayıtsız kalarak öldürmemek ne kadar da öldürücü! Ve onun emriyle ölüme vesile olmak ne kadar hayat verici! Kötü-iyinin ne olduğunu belirlemek, çirkin ve güzeli ayırdetmek, hayır ve şerri belirlemek insanın keyfine bırakılmış değil. Unutma ki, kestiğin ya da kestirdiğin şey ne devedir ne inek ne de koyun. Şehvetini, hevanı, hevesini ve iradeni boğazlayıp, O'nun rızasında fani etmelisin! Kurban günü, bayram sabahı, O'ndan uzaklığın yitecek, O'nun yakınlığını kazanacaksın! Bayram öylece yürüyecek yüreğine...

'Hacdan dönmek' olmaz
Hac yolculuğunun yönü tam da hayatımızın aktığı yöne doğrudur. Hac, ruhumuzu çokluktan bire, muhitten merkeze doğru çekerek, hayatımızın kristalleştiği ölüm anına yakınlaştırır bizi. Kulluğumuzun sınanacağı keskin sıratlara değer ayaklarımız bu yolculukta.. Böylece "hesap günü"ne giden yol üzerine düşer Kâbe'nin yöresi. İstesek de 'yoldan dönmek' olmaz.
Hergün beş vakit döndüğümüz yeri belleriz hacda. Vahdeti elle dokunulur, gözle görülür eyler Kâbe. Kıblemizi dosdoğru doğrulturuz. Bundan beri 'kıbleden dönmek' olmaz.

Elimiz bir yanda otu ve bir saç telini bile koparmaktan men edilirken, diğer yanda bir hayvanı boğazlama emredilir. Anlarız ki, elimiz bile elimizde değilmiş ve irademiz de 'O'nun eli'ndeymiş. Öylece O'na ezelde verdiğimiz sözü yeniden hatırlarız. Gayrı 'sözden dönmek' olmaz.
Şeytanı taşladığımız elimizle, Resulullah'ın (s.a.) mescidinde el bağlarız. Attığımız taşlarca şeytana nefret duyup, nefse ve hevaya baş kaldırırız ve Muhammed'e (s.a.) muhabbeti artırıp, biatımızı tazeleriz. Öyleyse 'biattan dönmek' olmaz.

Öteden beri hasretini çektiğimiz yöreye varmakla, bir uzaklaşma değil, bir yakınlaşma duygusu yaşarız. Secdelerce yöneldiğimiz yön, alnımıza gurbet değil de sıla kokulu rüzgârlar değdirir olmalı. Değil mi ki, sılaya bir kez vardı mı, 'gurbete dönmek' olmaz.
Ve illâ ki 'hacdan dönmek' olmaz...

Kitap: Hac Günlüğü: Sevgilinin Evine Dogru - Senai Demirci



Hac Günlüğü: Sevgilinin Evine Dogru
Senai Demirci

"Bir ömür boyu bu yolculuğu beklemiştin. Belki kalbini gidenlerle oralara gönderdin, belki ruhunla hayali tavaflar ettin. Şimdi ayaklarınla basa basa yola düştün bile. Belki daha önce uzun yolculuklara çıkmıştın, belki daha önce de hacca gitmiştin. Bilmelisin ki, hac yolculuğu diğer yolculuklardan farklıdır ve ayrı bir yöndedir. Şimdi hergün beş vakit yöneldiğin kıblene doğru yöneldin. Şimdi çokluktan birliğe uçuyorsun. Şimdi kendini keşfe gidiyorsun. Vardığın yerde kendini yeniden tanıyacak ve tamamlayacaksın. Daha önce hacca gitmiş olsan da , yine, yeniden yeni heyecanlar yüklenmelisin. Her hac yeganedir, bir tanedir. Kaç kez gidersen git hacı olma heyecanı hep tazedir ve hep ilk kez hacı olmanın heyecanını taşıyor olmalısın. Yoksa tekrar gitme ihtiyacını niye hissediyor olasın? Bu ilk heyecan olmayabilir ama ya son haccınsa!…"

Timaş Yayınları

Kemal Özer: Hac ve Umre öncesi 40 gün 40 eylem

Hac ve Umre öncesi 40 gün 40 eylem

KEMAL ÖZER
kemalozer@timeturk.com
Pazar, 11.10.2009 - 02:07


Hac, İslam’ın farz ibadetlerinden biri. O yalnızca o günde ve o yerde ifa edilir. Hakeza umre de hayati öneme sahip ibadetlerden. Özellikle Kadir Gecesi’nde umre, tıpkı hac gibi…

Dünyanın her bir köşesinden Müslümanlar, hac ve umre için akın akın Mekke’ye ve Medine’ye gelecekler. Amaç, Hz Peygamber s.a.v.’i ziyaret etmek ve Kâbe’yi tavaf ederek arınmak...

Ya da günümüzde yapıldığı üzere; yedi düvele duyurarak reklâm, çoluk çocuğa hediye planları ve hac marketlerinde zalim Çin’e soyulmak…

Milyonlar her bir ağızdan dua edecek ve ‘âmin.’ Ama yeni hac sonrasında hiçbir şey değişmeyecek, Müslümanlar inim inim inlemeye, Kudüs esir kalmaya devam edecek! Müslümanlarsa Hac yapmanın mutluluğu ile evlerine dönecekler. Bu her yıl yeniden tekrar edecek. Ya sonra, ya daha sonra bu durum hep böyle devam mı edecek?

Etmemeli. Bu son olmalı. Bu Kudüs’ün esaret yaşadığı, Müslümanların imamsız olduğu son olmalı ya da Mina’da şeytanı değil Müslümanları taşlamalıyız. Yani bizi, kendimizi…

Ya el uzattığımız elmalardan uzaklaşmalı tıpkı Âdem a.s. gibi!

Ya içimizdeki tüm putları kırmalı tıpkı İbrahim a.s. gibi!

Ya İsmaillerimizi kurban etmeli tıpkı İbrahim peygamber gibi!

Ya şeytanları taşlamalı İsmail a.s. gibi!

Ya kurtuluş iksirini aramalı Hz. Hacer gibi!

Ve hicret etmeli Kur’an’a


Kim bilir, belki geç kalmamışızdır!

Kim bilir, belki daha şafak sökmemiştir!

Kim bilir, belki hâlâ aramızda salihler ve abidler vardır!

Kim bilir, belki yürekten bir’ âmin’ yetecektir yeniden kıyam için!

Kim bilir, belki bu hac yeniden toparlanmak içindir!

Çünkü Hac toplanma ve toparlanmadır. Yeni bir hac için, yeniden imana ve 40 gün 40 eyleme var mısınız?


1- Önce içinde ne kadar put varsa yerle bir etmeli. Hepsini tepelemeli ve özgürlüğüne kavuşmalı.

2- Ardından vahiy sanki bize iniyormuş gibi ürpererek iman ettiğimizi sandığımız ne varsa terk edip, tek Rabbe yeniden iman etmeli.

3- Bir Hira bulup sığınmalı, inziva için.

4- Alak Suresi’nin ve ‘iqra’ emrinin muhatabı olarak Kur’an-ı Kerim’i anlamaya çalışmalı.

5- Ebubekir Siraceddin (Martin Lings)’in eseri olan Hz Muhammed’in Hayatı’nı ve benzer eserleri defalarca okumalı.

6- Ali Şeriat’inin Hac kitabını her satırını fosforlu kalemlerle tek tek çizmeli.

7- Arafat’ı anlamak, neden ümmet olamadığımızı fark etmek için son devrin en büyük lideri, çağını aşan adam Aliya İzzetbeğoviç’in İslam Deklarasyonu (İslâm Beyannâmesi) üzerinde kafa yormalı.

8- Haccın derinliğine inmek için Mustafa İslamoğlu’nun Hac Risalesi ile devam etmeli.

9- Hılful Fudul’u anlamaya çalışmalı. Çağdaş bir Hılful Fudul hareketi bulup, maddeten ve manen aralarına katılmayı denemeli.

10- Ne kadar kul hakkı varsa tümünden arınmalı.

11- Hazların köleliğiden sıyrılmalı. Bir gün bile olsa aç kalmalı. Göbekten yer bulunabilirse karnına taş bağlamalı.

12- Say, sade bir kuru emek olarak kalmasın diye sudan uzaklaşmalı. Zemzem’in kıymetini bilmek için zemzeme kavuşuncaya kadar sürmeli susuzluk. Say tamamlanıncaya kadar asla zemzemden içmemeli.

13- Hz Âdem, Hz Havva, Hz İbrahim, Hz İsmail, Hz Hacer ve Hz Muhammed s.a.v.’i düşünmeli. Ateşe düşmeli, ateşten korunmak için.

14- Hz Peygamber s.a.v.’i ziyaret etmeden binlerce Salât-ı-Şerif hazırlamalı.

15- Bu haccın Veda Haccı olabileceği, isterse Peygamberle karşılaşabileceğini bu yüzden O’nun huzuruna çıkıp sorularına cevap verip veremeyeceğini düşünmeli, cevaplarını hazırlamalı.

16- Sigara, kola, gazlı içecekler gibi illetlerden uzaklaşmalı. Bu illetlere Mekke’de ve Medine’de de el sürmeyeceğine söz vermeli ve sözünde durmalı.

17- Tükete geldiği ne kadar haram ve şüpheli gıdalar varsa hepsini terk etmeli. Helal sandıklarını gerçekten helâl olup olmadığını araştırmalı.

18- Ne kadar haram ve şüpheli kazanç kapıları varsa hepsini kapatmalı.

19- Dişini fırçalamalı ama plastik veya domuz mamulü fırçalarla değil, Peygamber s.a.v.’in emri olan misvakla. Kullanmıyorsa hemen başlamalı.

20- Dua etmek için illa Arapça bilmek gerekmediğini, kendi dilinden de dua edilebileceğini, dua etmeninde bir adabı olduğunu, hamd ile salât ve selamsız dua olmayacağını, dua bencilce ve dünyalık gaileler için olmadığını bilmeli. Kendini ümmetten sayan birinin ümmeti dışarıda bırakan, Kudüs’ü içine almayan, adalet düzeni talebini içermeyen, Firavunî düzenlerin helakini arzulamayan bir duanın hakka vasıl olmayacağına bilerek yapmalı duayı.

21- ‘Ümmet nedir, ben ümmetin neresindeyim’ diye düşünmeli. Kendine sormalı ve varsa cevaplarını tek tek vermeli. Yoksa nedenleri için ağlamaya başlamalı.

22- Teheccüdlere kalkıp günahlarından arınmak için gözyaşı dökmeli.

23- Medine veya Mekke’deki modern alışveriş merkezlerinin yerini değil Medine Pazarı’nın yerini ve ilkeleri araştırmalı. Ticari ahlak ve ilkelerinin Medine Pazarı ahlak ve ilkelerine uyup uymadığını bakmalı, uymuyorsa uydurmalı.

24- İhrama girmeden önce ‘nedir ihram ve neden ihram’ diye sormalı sorgulamalı?

25- İçindeki küfürle Bedir’den önce savaşmalı.

26- Uhud’a varmadan tüm benlikleri ve bencilliklerini yok etmeli.

27- Sevir’e çıkmayı göze almalı. Kendine Sevir’e için bir Ebubekir bulmalı. Ebubekir’i bulmadan Muhammed s.a.v.’i öğrenmeli.

28- Kâbe’de kendisi gibi ibadet etmeyen, kendisi gibi yaşamayan ne kadar Müslüman varsa hakir görmeyeceğine, küfürle tekfir etmeyeceğine söz vermeli.

29- Kâbe’yi düşünmeli. Rüyasında göremediği her günün boşa geçtiğini düşünmeli.

30- İslam Şeriat’ına düşmansa pişmanlık duymalı. Düşmanlığından dönmeli.

31- İçinde ırk taassuplarını ayakları altına almalı. Habeşli Bilallerin, Fârisli Selmanların hayatlarını öğrenmeli.

32- Hazırlamışsa Hurma ve Zemzem hariç tüm hediye listesini yırtmalı.

33- Vasiyetini yazmalı.

34- Üzerindeki tüm emanetleri sahiplerine iade etmeli.

35- Aramızda neden Ebubekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler, Ebuzerler, Zeydler, Abdullahlar, Haticeler, Fatımalar, Aişler, yok, ‘eksimiz ne’ diye tefekkür etmeli.

36- Hac ve umrenin ticari bir amacının olmadığını çoğunluğu zalim Çin’in ürünlerinden oluşan beklide küfür ilmiğiyle dokunmuş ürünler almayacağına söz vermeli.

37- Bir kalem bir defter almalı, önceki günahları bir bir yazıp hepsini Arafat’tan bırakmak için hazırlanmalı.

38- Mekke ve Medine’de alışveriş yapmaktan fırsat bulamayıp namazları kaçırmayacağına söz vermeli, defterinin başına bu sözünü yazıp imzalamalı.

39- Dönünce kendine ‘hacı’ sıfatı takmayacağına, bunu ticari çıkar için kullanmayacağına dair yemin etmeli, bunu da yazmalı defterine.

40- Mekke’nin koruma altında olduğunu öğrenmeli. Aşı dayatmasına karşı çıkmalı. Domuz gribinin küresel soygun palavrası olduğunu bilmeli. Sağlık Bakanı’nın söylemlerinin kesinlikle gerçek olmadığını bilmeli. Bu oyuna gelmeyerek aşı olmanda çıkmalı yola.

Bisikletle hac yolculuğu



Bisikletle hac yolculuğuna vize engeli

AŞKABAT (A.A)
Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'den 6 Ekimde bisikletle yola çıkan hacı adayı, binlerce kilometre yol kat ettikten sonra, vizesi olmadığı için Kuveyt sınırından geri dönmek zorunda kaldı.

Türkmen asıllı Tacikistan vatandaşı Bağıbek Beğcikov hacı olmak umuduyla kutsal topraklara doğru bisikletiyle ve yanına aldığı ekmek torbasıyla bütün zorlukları göze alarak yola çıktı.

Emekli tarih öğretmeni Beğcikov, Özbekistan, Türkmenistan, İran ve Kuveyt üzerinden kutsal topraklara ulaşma hedefiyle her gün ortalama 100 km yol kat ederek 20 gün sonra Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'a ulaştı. Ülkesinde Suudi Arabistan büyükelçiliği bulunmadığı için Aşkabat'ta vize başvurusunda bulunan Beğcikov'un talebi, üçüncü bir ülkenin vatandaşı olduğu gerekçesiyle geri çevrildi. Yılmadan yoluna devam eden Beğcikov, Suudi Arabistan vizesi almak için Türkmenistan üzerinden İran'a geçti. Buradaki Suudi Büyükelçiliğinden de vize alamayan hacı adayı, yolculuğunun 29. gününde İran'ın Kuveyt sınırına ulaştı.

Ancak vizesi olmadığı için Kuveyt'e giremeyen Beğcikov, umutları suya düşünce geri dönmek zorunda kaldı.

Hayal kırıklığına uğrayan Beğcikov, Türkmenistan vizesinin süresi sona erdiği için bu kez Afganistan üzerinden Tacikistan'a döndü. Beğcikov, 40 gün süren zorlu yolculuğun ardından yakınlarına kavuştuktan sonra Tacikistan'ın Gorgandepe eyaletindeki köyünde kurban kesti ve akrabalarına yemek verdi.


(21.11.2008 Yenişafak)

Kitap: KUTSAL TOPRAKLARA YOLCULUK - Ahmet ÖZEL





Yazan:Ahmet Özel

Ahmet Özel'in kaleme aldığı KUTSAL TOPRAKLARA YOLCULUK adlı kitap; içerdiği konular bakımından hacca ve umreye gidenler kadar onlara kılavuzluk yapanlar için de bir kaynak niteliği taşımakta. Eseri diğer “Hac ve Umre Kılavuzları”ndan ayıran en temel özellikler ise:

- Haccın anlam ve önemi üzerinde durulmuş daha sonra sırasıyla hac ve umrenin uygulanış şekilleriyle birlikte ilgili dinî hükümler okunacak dualar pratik bilgiler ibadet ve ziyaret mekânları ayrı bölümlerde ele alınmış
- Dinî hükümler rahatça öğrenilebilecek bir sistematik içinde verilmeye çalışılmış hac ve umre bölümlerinden sonra konuyla ilgili dinî terimlere dair bir sözlük pratik bilgiler bölümünden sonra da günlük hayatta sıkça kullanılan kelimelerle ilgili Arapça-Türkçe bir sözlük konulmuş
- Medine ve Hz. Peygamber'i ziyarete ayrı bir başlık altında yer verilmiş bu ziyaretin anlam ve önemi üzerinde durularak mümkün olan en feyizli şekilde geçmesi için dinî edebiyatımızdan seçilen en güzel na'tlar bölümün sonuna eklenmiş
- Çeşitli vesilelerle okunacak duaların Hz. Peygamber ve ashaptan nakledilen dualar içinden seçilmesine çalışılmış kolayca ezberlenebilecek kısa dualar tercih edilmiş
- Son bölümde ibadet ve ziyaret yerleri hakkında verilen tarihî bilgilere bu yerlerin dinî anlam ve önemini ortaya koyan ruhlarda derin duygu ve düşünceler uyandırmaya vesile olacağı umulan bilgiler de eklenmiş
- Ayrıca çoğu yazarın objektifinden yansıyan fotoğrafların yanı sıra pek çok orijinal kroki ve haritaya da yer verilerek hac ve umre yapanlar için kolaylık sağlaması amaçlanmış
- Dinî bilgiler verilirken Türkiye'deki en yaygın mezhep olan Hanefi mezhebi esas alınmış temel hükümlerle ilgili olarak diğer mezheplerin görüşlerinin de mezhep adı anılarak zikredilmiş olmasıdır.
Bu geniş muhtevasıyla sahasında yapılmış diğer çalışmaları geride bırakma iddiası taşıyan eser okuyucusuyla buluşturuyor.

Timaş yayınları

ŞAİR NABİ VE HAC YOLCULUĞU

ŞAİR NABİ VE HAC YOLCULUĞU

Şair Nabi , 1642 yılında Urfa’da doğar. Urfa’nın tanınmış ailelerindendir. Iyi bir eğitim görmüştür. Arapça’yı ve Farsça’yı çok iyi bilir. Devrinde “ Sultanü’ş-Şuara “ diye anılmıştır.
Şair Nabi, zamanın paşalarından birinin iltifatına mazhar olur ve beraberce hacca giderler.
Nabi ile ilgili, 1678 yılında hacca giderken yaşadığı rivayet edilen bir hadise vardır;
Şair , hacca gitmeye niyet eder ve bir kafile ile yola koyulur. O dönemde günlerce süren meşakkatli bir yolculukla ancak menzile ulaşılabiliyordu. Şairin de içinde bulunduğu kafile Medine’ye yakın bir yerde vakit geç olduğu için mola verir. Nabi , mübarek yerlere yaklaşmış olmanın heyecanı ile uyuyamamıştır. Gözleri etrafta gezinirken bir kişinin ayakları kıbleye karşı yattığını görür. Böyle durumlarda çok hassas olan şair, irticalen şu mısraları söyler.
Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda’dır bu
Nazargah-ı Ilahi’dir makam-ı Mustafa’dır bu
( Terk-i edeb: Edebi terketmek )
( Kuy-ı mahbub-ı Huda:ALLAH (c.c.)’ın sevgilisinin beldesi )
( Nazargah : Bakılan yer )

Bu beyti duyan kişi hemen toparlanır, ayağa kalkar. Davranışı kasti değildir ama çok utanır.
Nabi farkında olmayarak bu mısraları birkaç kere tekrarlar. Her tekrar edişte sesi biraz yükselir. Ve nihayet öbür tarafta uyumakta olan Padişah uyanır.
-Nabi ne oldu, ne söylüyorsun, der.
Nabi de :
- Efendim, Peygamberimizin (s.a.v.) kabr-i sadetlerinin bulunduğu Medine şehrine geldik de, bazı şeyler hatırladım, bunları söyledim. Paşa da Nabi'nin heyecanına katılır. Abdest alıp Medine sokaklarında Ravza-i Mutahhara'ya doğru yürürler. Bu esnada kulaklarına bir ses gelir. Durup dinlerlerler. Sabah ezanları okunurken Medine’ye yaklaşmışlardır. Fakat hayrete düşerler. Mescid-i Nebi’nin bütün minarelerinden müezzinler sala verir gibi şunları okumaktadır.
Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda’dır bu
Nazargah-ı Ilahi’dir makam-ı Mustafa’dır bu
Sesi dikkatle dinleyince, biraz evvel Nabi'nin söylediği mısraların müezzin tarafından okunduğu anlaşılır.
İyice duygulanırlar.
Paşa Nabi'ye şöyle seslenir.
-Nabi bu hal nedir?
Nabi de:
-Bilmiyorum, der.
Her ikisi de sükût ederler ve beraberce minarenin kapısına girerler. Müezzinin minareden inmesini beklerler.
Müezzin inince:
-O söylediklerin ne idi, onları ne için söyledin, sebebi nedir, diye sorarlar. Fakat müezzin bir türlü söylemez. Ne kadar ısrar ederse de ,
"Söylemem, kafamı kesseniz de söylemem!" deyince:
-Ama, der Nabi, Bunları biraz önce ben söyledim. Sana kim söyledi. Bu sefer müezzinin tavrı ve şekli değişir heyecanla:
-Senin ismin Nabi mi? der. Evet cevabını alınca müezzin Nabi'nin ellerine, Nabi de müezzinin boynuna sarılır. Bu dehşetli manzarayı seyreden Paşa, dayanamayıp:
-Nereden bildin bunun isminin Nabi olduğunu, ALLAH (c.c.) aşkına söyle, der. Müezzin rüyasını anlatır.
Aldıkları cevap hem enteresan, hem de muhteşemdir.
-Efendim, akşam abdestli olarak yatmıştım. Biraz evvel Peygamberimizi (s.a.v.) rüyamda gördüm.
'' Ya müezzin kalk yatma. Benim aşıklarımdan biri benim kabrimi ziyarete geliyor. Şu cümlelerle minareden onu istikbal et, '' dedi.
Ben de hemen kalktım. Abdest aldım. Peygamberimizin iltifatına mazhar olan aşık kimdir diye düşünerek minareye koştum.